MAKBER
ABDÜLHAK HAMİT TARHAN
‘’Yâ Rab bana bir melek ayân et
Bir de beni böyle imtihan et’’
Hamit´in elçilik yaptığı yıllardır..Bombay´a gelirken yolda, uzun süredir hasta olan ve iyileşmiş gibi görünen Fatma Hanım için durum değişir. Fatma Hanım´ın tekrar hastalanmasıyla yaşayacakları büyülü hava bozulur. Hamit bundan sonra her an, onu kaybetme korkusuyla karşı karşıya kalır.Hamit, Fatma Hanım henüz hastayken ölüm üzerinde düşünmeye ve eşinin yasını tutmaya başlamıştır çoktan.
Gözü yaşlı,gönlü hüzünlüdür.Hindistan´da yazdığı şiirlerine bakıldığında henüz Hindistan´da iken eşinin amansız hastalığına ağlar içten içe. Sürekli gökyüzüne bakarak ufuklardan sessiz bir çığlıkla yardım diler adeta. Bu zorlu süreçte karısıyla çok ilgilidir Hamit. Onunla yatar onunla kalkar neredeyse. Bir çocuk gibi bakar karısına. Elinden tutar gezintilere çıkarır .Yine böyle bir zamanda bir akşamüstü yaptıkları araba gezintisinden sonra Fatma Hanım kendini kötü hissettiğini söyler ve kısa bir süre içinde bayılır. Hamit´in eli ayağına dolaşır, ne yapacağını bilemez. Korktuğu başına gelmiştir belki de. Fatma Hanım hemen hastaneye kaldırılır. Yapılan tetkikler neticesinde hastalığın oldukça ilerlediği anlaşılır. Korkulan olmuştur. Fatma Hanım ince hastalığa tutulmuştur ve maalesef hastalık üçüncü evresindedir. Hamit için kabuslar gerçeğe dönmüştür. Daha önce babasını ani şekilde kaybetmiş Hamit için ölümden daha büyük bir felaket yoktur bu hayatta.Hasta karısını iyice tedavi ettirmek için istediği izin gecikince Hamit, karısını da alıp daha fazla beklemeden gemiyle yola çıkar. Hamit, Fatma Hanım´ın vapur yolculuğu sırasında ölmesi ve denize atılmasından hayli endişelidir. Bir ara Fatma Hanım yolda biraz canlanır gibi olur, yüzüne belli belirsiz acı tebessümler görülür ancak tüm bu yaşananlar ölümün bir tecellisidir.
İstanbul´a doğru giden gemide zihinsel ve duygusal olarak günlerce süren bir deniz yolculuğunda iyileşmesi umuduyla bindirdiği gemide eşinin ölmeye yatmış bedeninin yanı başında Beyrut´a kadar yolculuk yapma talihsizliğini tecrübe eder Hamit.
O sırada Hamit´in ağabeyi Abdülhak Nasuhi Bey Beyrut valisidir. Fatma Hanım Beyrut´a gelince yine kötüleşir, hastalığı ağırlaşır, Hamit´in gözlerinin önünde eriyip gider. Beyrut´a varışlarından iki gün sonra Fatma Hanım Nasuhi Bey´in evinde hayata gözlerini yumar.
27 yaşında kaybeder Fatma Hanım´ı Hamit. Sevgilisinin ardından büyük bir sarsıntı geçiren Hamit, büyük bir şairin yapması gerektiği gibi çoktan kaleme sarılmıştır. Çok sevdiği eşi Fatma Hanım´ın ölümünden aldığı ilhamla Hamit, şiirini yazmaya başlar.Derdini kalem, gözyaşını mürekkep yaparak kağıda döker. Acısı büyüktür. Hamit, Fatma Hanımı kara topraklara vermeye kıyamaz, inanamaz olanlara ve kırk gün boyunca kabir ziyareti hariç dışarı adımını atmaz. Konuşmaz kimseyle. Karısının hissettiklerini hissetmek, ölümü bile onunla paylaşmak ister.
Hamit ölüm karşısında muhakeme yapar ve feryat eder. Zaman zaman Allah´a seslenir ve ölümün sırlarını sorar. Ancak mezarlıkta hem faniliği hem de ölümsüzlüğü aynı anda yaşar.Tefekkür eder, Allah´a yönelir. Tövbe eder. O da bilir ki değişmeyen tek şey ölüm gerçeğidir. Ve mezarlıklarda değişmeyen tek mekandır. Abdülhak Hamit, Beyrut´ta kaldığı kırk gün boyunca Fatma Hanım´ın mezarını ziyaret ederek unutulmaz şiir Makber´i yazar ve tamamlar.
2353(?) mısralık bu şiirinde Hamit, acı, öfke, keder, şaşkınlık, umutsuzluk, hasret, korku ve yakarışı aynı anda yansıtır. Bir yandan Allah´a yalvarır, bir yandan da eşine ‘’Çık Fatıma! Lahiden kıyamet/ yadımdaki haline devam et’’ diye seslenir.Hamit, şiirinin sonuna ‘’ Sen öldün, ölüm güzel demektir’’ mısrasını eklerken artık gerçeği kabul eder. Şiir biterken onun için Beyrut´tan ayrılma vakti gelir. Eşinin mezarını son bir kez ziyaret eder.
Fatma Hanım´ı geride bırakıp acısını taşır yüreğinde. Şair, o acıyla yazdığı ‘’Makber’’ ile bir bakıma hüznü de güzelleştirir.
MAKBER
Eyvâh!.. Ne yer, ne yâr kaldı,
Gönlüm dolu âh ü zâr kaldı.
Şimdi buradaydı gitti elden,
Gitti ebede gelip ezelden.
Ben gittim o hâksâr kaldı,
Bir kûşede târumâr kaldı.
Bâkî o, enîs-i dilden eyvah!
Beyrût´ta bir mezâr kaldı.
Çık Fâtıma, lâhdden kıyâm et
Yâdımdaki hâlime devâm et!
Ketmetme bu râzı, söyle bir söz,
Ben isterim âh öyle bir söz!
Güller gibi meyl-i ibtisâm et,
Dağ-ı dile çâre bul, merâm et!
Bir tatlı bakışla,bir gülüşle
Eyyâm- ı hayatımı tamâm et!
Ya Rab ,öleyim mi neyleyim ben?
Ayrı yaşayım mı sevdiğimden?
Verdin bana böyle böyle bir mûsibet,
Ettin beni düşmen-i muhabbet.
Ya bir kulu sevmiyor musun sen?
Ya böyle bir ölüm değil mi erken?
Hiç bulmamak üzre gâib ettim.
Mecnun gibi ben onu severken
…
Eşi için böylesi bir şaheser yazan Hamit´in eşinin cenazesinde tanıştığı biz kızla kısa süre içinde evlendiği iddiası özellikle sosyal medyada birçok kez paylaşılmıştır. Ancak Abdülhak Hamit, biricik eşi Fatma Hanım vefat ettikten beş yıl sonra, İngiliz kızı Nelly Clower ile 1890 yılında evlenmiş ,Müslüman olan fakat çocuğu olmayan bu hanımı da 8 Şubat 1911´de veremden kaybetmiştir.
Bir süre sonra ağabeyi Nasuhi Bey´in telkiniyle komşu kızı Cemile Hanım´la evlenmişse de çok kısa süren bu evlilik ayrılıkla sonuçlanmıştır. En sonunda Brüksel elçisiyken 1912 yılında kendinden yaşça küçük olan Belçikalı Lüsiyen Hanım ile evlenmiştir. İslamiyet´i kabul edip Nasib Betül adını alan bu hanımla Hamit bir süre sonra ayrılmış ancak daha sonra aynı hanımla ikinci kez evlenmiş ve ömrünün sonuna kadar da onunla evli kalmıştır.
ABDÜLHAK HAMİT TARHAN (D.02 OCAK 1852, İSTANBUL – Ö. 13 NİSAN 1937, İSTANBUL)
Aristokrat bir aileye mensup olan Abdülhak Hâmit 1852’de İstanbul’da doğdu. Öğrenimini bu şehirde yaptı, özel derslerle kendisini yetiştirmeye çalıştı.1861’de ağabeyi Nasuhî Bey’le Paris’e gitti. Orada bir yıl kadar bir kolejde eğitimine devam etti. Bir süre İstanbul’da Amerikan Koleji’nde okudu. Memurluk hayatına atıldı. Tahran Büyükelçiliği’ne atanan babasıyla birlikte İran’a gitti. 1866’da babasının ölümü üzerine İstanbul’a döndü. Paris Elçiliği’ne kâtip olarak atandı. (1876)İki buçuk yıl burada kaldıktan sonra, Londra Elçiliği Müsteşarlığı’nda Brüksel Elçiliği ve Meclis-i Âyân üyeliğinde bulundu. Cumhuriyet devrinde milletvekili oldu ve bu görevde iken 13 Nisan 1937’de öldü.
Abdülhak Hamit Tarhan, Tanzimat dönemi Türk edebiyatında belirginleşen “eski -yeni” sancısı bağlamında divan şiirini gerek biçim gerekse içerik açısından “kesin bir dille” reddeden ilk önemli sanatçıdır.Hamit, Türk şiirinin kendine özgü bir kimlik kazanması gerektiğini her fırsatta dile getirmiş bunun en somut örneklerini de kendi eserlerinde vermeye çalışmıştır. Özellikle vezin ve kafiye konusunda divan şiirinin getirdiği tüm sınırları reddederek serbest bir tavır sergilemiştir. Örneğin; beyit hakimiyeti onun şiirinde tamamen kırılmış ve anlam takip eden alt dizelere kadar yayılmıştır.Batı şiir biçimlerini kullanmış, sanatı gölgeleyen ve sınırlayan tüm kuralları, gelenek ilkelerini reddetmiştir.Abdülhak Hamit Tarhan, özellikle tiyatro alanında Tanzimat kuşağının en üretken kalemi olarak Türk edebiyatı tarihine adını yazdırmıştır.
Abdülhak Hamit Tarhan’ın “Şiir” Dünyası ve Eserleri
Eserlerine İlişkin Önemli Notlar
· Abdülhak Hamit Tarhan, Türk şiirinin hem muhtevada hem de şekilde büyük yeniliklere açılmasını hazırlayan bir şairdir ve bu işlevi dolayısıyla kendisinden sonra gelenler özellikle de Servet-i Fünûn şairleri tarafından üstâd olarak kabul edilmiştir.
· Abdülhak Hamit Tarhan’ın şiir külliyatı oldukça dağınık bir yapı arz etmektedir.
· Birçok eseri bazı antolojiler sayesinde günümüze ulaşmıştır.
· Abdülhak Hamit Tarhan’ın birçok meşhur şiiri aslında mensur olarak kaleme aldığı tiyatro oyunlarında yer almaktadır. Örneğin; Duhter-i Hindu’daki Tanaggum; Tarık’taki mersiye, Finten’deki Davalaciro’nun türküsü, İbn Musa’daki Kraliçenin türküsü bunlardan birkaçıdır.
Hamit’e Dair Diğer Bilgiler
· Hamit bir “tezatlar şairi” olarak anılır.
· Düzensizlik, anlaşılmazlık onun şiirinin asli yönünü ihtiva eder.
· Tabiat ve aşk kavramları şiirlerindeki ana temadır.
· Tabiat konusunda J. J. Rousseua‘nun etkisinde kalmış bir şair olarak değerlendirilir. Hindistan’da yazdığı Kürsî-i İstiğrâk ve Külbe-i iştiyâk adlı eserleri, Hamit’in tabiat karşısındaki coşkunluğunu ve metafizik düşünce ile karşılaşmasını ortaya koyan en önemli şiirleridir.
· Şiirleri gerek lirizm açısından gerekse felsefe açısından zengindir diyebiliriz.
· Hamit, şiirlerinde genellikle aruz ölçüsünü kullanmış sadece birkaç şiirde hece veznini denemiştir.
· Belli bir dil anlayışına sahip değildir. Kimi şiirlerinde anlaşılır bir anlatım sergilerken kimi şiirlerinde de ağır, yoğun ve yüklü bir dil tercih etmiştir.
· Şiirlerinde “sanat için sanat” anlayışına bağlı kalmıştır.
· Edebiyatımızda “şair-i azâm” olarak anılagelmiştir ve bu yakıştırmayı ilk kez dile getiren kişi Süleyman Nazif‘tir.
Makber’in Felsefesi
Ölümün karanlığı ve boşluğun tehdidi altındaki hayat güzeldir. Hamit bunu fark edince duygularına keskin bir vicdan azabı eklenir. Şu soruları sormaya başlar şiirinde?
-Niçin güzel bir varlık ölmüştür?
-Eğer onu öldürmek nihaî hedefse Tanrı onu niye yaratmıştır?
Şair bu iki felsefi soruyu şiirinde çeşitli mısralarında sorarken hiçbir cevap bulamaz ve mutlak bir sessizliğe gömülerek beklediği teselliyi bulamaz.
İşte bu görüşten hareketle Makber adlı şiirin şu meşhur dizelerini kaleme almıştır:
İnsin nesi varsa kâinatın
Lâkin bu derin sükût dinsin
Hamit bir isyan içerisindedir fakat onun isyanı nihaî olarak bir teslimiyetle sonuçlanır. Eşi Fatma Hanım’ın ölümünün ardından yazdığı bu şiir “isyan” ile “teslimiyet” arasındaki gidiş gelişin en veciz ifadesi haline gelmiştir.
Makber’in Magazinel Boyutu
Eşinin Hindistan dönüşü vapurda ölmesi ve denize atılarak sonsuza karışması ihtimali onu çıldırtır. Fatma Hanım Beyrut’ta ölür ve Hamit bir cezbe halinde kırk gün içinde Makber’i yazar. (Kaynak: İnci Enginün -Yeni Türk Edebiyatı Tanzimat’tan Cumhuriyet’e 1839-1923)
“Makber” Hakkında Bilinmesi Gereken Biçimsel Özellikler
· Eserin tamamı 2352 mısradır.
· Eserde her bent 8 mısra olarak düzenlenmiştir.
· Yani toplam 294 benttir.
· Eser bir ottova-rima örneğidir.
· Kafiye düzeni her bentte aynıdır. (Birkaç küçük değişiklik dışında)
· Kafiye örgüsü “aabbaacb” şeklindedir.
· Bu şiirin kalıbı “mef’ûlü mefâ’ilün fâûlün” şeklindedir.
Tarhan’ın “Tiyatro” Dünyası – Eserleri/ Eserlerine İlişkin Önemli Notlar
· Abdülhak Hamit Tarhan 21 adet tiyatro kaleme almıştır.
· Tiyatroları da tıpkı şiirleri gibi dağınık bir yapı arz etmektedir.
· Tiyatrolarında “tezad” unsurunu sıkça kullanmıştır.
· Oyunları sahnelenme tekniğine uygun değildir ve oyunları “okunmak üzere yazılmış tiyatro eserleri” olarak değerlendirilir.
· Tarih, mitoloji, ölü medeniyetler, o güne değin Türk edebiyatında adı dahi geçmeyen uzak ülkelerin kültürel ve coğrafi özellikleri tiyatro eserlerindeki ana malzemelerdir.
· Bazı tiyatro oyunlarını manzum olarak kaleme almıştır.
ESERLERİ
Şiir Kitapları
1. Sahra (1879).
2. Makber (1885).
3. Ölü (1885).
4. Hacle (1885).
5. Belde (1885),.
6. Bunlar Odur (1885).
7. Bâlâdan Bir Ses (1912).
8. Garâm (1923).
9. İlhâm (1913).
10. Vâlidem (1913).
11. İlhâm-ı Vatan (1916).
12. Yabancı Dostlar (1924).
Tiyatroları
1. Macerâ-yı Aşk (mensur piyes, (1873).
2. Sabr u Sebat (mensur piyes, (1875).
3. İçli Kız (mensur piyes, (1875).
4. Duhter-i Hindu (mensur piyes, (1876).
5. Nazife (manzum piyes, (1876).
6. Nesteren (manzum piyesi, (1878).
7. Târik yahut Endülüs Fethi (manzum piyes, (1879).
8. Tezer (manzum piyes, (1880).
9. Eşber (manzum piyes, (1880).
10. Kahbe yahut Bir Sefılenin Hasbihâli (manzum piyes, (1887).
11. Liberte (manzum piyes, tefrika (1913).
12. Turhan (manzum piyes, (1916).
13. İbn-i Musâ yahut Zâtü’l-Cemâl (manzum piyes, (1917).
14. Abdullahu s-Sâgir (manzum piyes, (1917).
15. Sardanapal (manzum piyes, (1917).
16. Yâdigâr-ı Harp (manzum-mensur piyes, (1917).
17. Cunûn-ı Aşk yahut Mihrâce (manzum piyes, (1917).