MONA ROZA
A.SEZAİ KARAKOÇ
"aşk cellâdından ne çıkar
mademki yâr vardır"
Yıkılmış ve yeniden doğmaya çalışan toplumun, bir kültürün, yıkılmış, çalışan bir şehrin, yeniden yapılmaya Diyarbakır Ergani´nin, ve savaşın, siyasi, sosyal, ekonomik yıkıntıların içinde doğrulmaya çalışan bir çilenin bir ferdi olarak, Zülküfül Dağı eteğinde o küçük kasabada, mayıs ayı başlarında, dünyaya geldiğini söyler Sezai Karakoç. Ergani´de Zülküfül Dağı´nın sahip olduğu manevi ruhun kedisinde uyandırdığı çağrışımlar, bağbozumları, çocukluğuna ait anılar, yöre halkının anlattığıhikayeler gibi pek çok şey şiirine ve sanat hayatına yön verir.
Sezai, çocukluk yıllarında şiir yazmak gibi bir düşünceye sahip değildir aslında. Ama şiir yazmak onun kaderinde vardır. Küçük yaşlardan itibaren ruhun ektiği şiir tohumları, filizlenmeye yeşerip göğermeye başlar.
Sezai, kavruk ve mahcup bir delikanlı olarak 1950 yılında Gaziantep Lisesini bitirdikten sonra felsefe okumak istediği için İstanbul´a gider. Babasının isteği ve tavsiyesi, İlahiyat Fakültesine devam etmesidir. Ancak kendi imkanlarıyla okuyamayacağını anlayınca, parasız yatılı kısmı bulunan Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesinin sınavlarına girer, Sezai sınavı 13. Sırada kazanır ve babasının da razı olduğu eğitimi almak için Ankara'ya gider.
Ankara Sezai için sadece okumak, yeni yerler, insanlar keşfetmek, Cemal Süreyya ile tanışıp dost olmanın ötesidir. Ankara Sezai için o ana kadar duyduğu belki de yapbozundaki kayıp tek parçayı verir: Aşk
Aşk bazen mihrapta imam olarak bazen elinde bir kitap olarak, bazen filozof olarak ve bazen de büyük bir sanatkar olarak ortalıkta dolaşır ya Sezai için de Ankara Mülkiye`de zuhur eder . Tam bu dönemlerde bir sınıf üstündeki bir genç kıza aşık olur Sezai. Bu tek taraflı aşkın birçok makam ve menzilleri vardır Sezai için. Gün içinde uğrar Sezai`ye, ruhundan konaklar, sonra da hayatın orkestrasını çalar ve nağmeler, ilahiler dinletir hiçbir şey olmamış gibi gibi çekip gider.
Sezai, bu aşk fırtınasıyla henüz on dokuz yaşındayken tanışır. Tanışmak zor gelir aşk yükünü. Gençliğinin ruhunda kopardığı fırtınalar sonucu bir şiir kaleme almak ister.
Ancak devir Garipçilerin ve II. Yenicilerin fink attığı zamanlardır. Böyle bir ortamda Sezai ise hem şekil hemde muhteva olarak dönemin şiir anlayışından uzak durur. Serbest tarzda şiir yazan ve Türk şiirini klasik şiirden ve gelenekten koparmaya çalışan çağdaşlarına tepki olarak şiirde yeni bir atılım gerçekleştirmek ister. Sahip olduğu bu fikrin ürünü olarak klasik edebiyattaki “Leyla ile Mecnun” aşkının modern şiirdeki yansıması bir şiir yazmaya karar verir.
Sezai Karakoç, Ankara Siyasal Fakültesi Maliye Bölümü’nde ikinci sınıftayken aşkın ruhunda yarattığı etkinin yansıması sonucu ortaya çıkan “Mona Rosa” adlı şiirini kaleme alır.
“Mona Rosa” Latincede “Tek Gül” anlamına gelir. Fakat şiirin halk arasında bilinen ismi ve Türkçe telaffuzu ise “Mona Roza” şeklindedir. Karakoç’un hayatının bu dönemi kaderin onun için planladığı kusursuz bir plandır
Şiirini yazdıktan sonra Ankara’daki sınıf arkadaşlarıyla, bir bahar günü Ankara’nın ünlü piknik alanından biri olan Söğütözü´ne gider Sezai Karakoç. O yıl takvimler 20 Nisan 1952 Pazar günün gününü göstermektedir.
Kır gezintisinde Karakoç´un yazdığı yeni şiirden haberdar olan birkaç yakın arkadaşı kendisinden ısrarla şiiri okumasını isterler. Şair ruhunun verdiği çekingenlikle aşkın kül edici alevleri içinde taşıyan Karakoç, arkadaşlarının ısrarlarına daha fazla dayanamaz ve şiirini okur. Mona Rosa şiiri arkadaşları tarafından oldukça beğenilir.
O günkü bahar gezintisinden döndükten sonra kendileriyle birlikte kır gezisine katılan ve Mülkiye Yeşilay Cemiyeti Başkanı olan, üçüncü sınıftan arkadaşı Cevat Geray, Sezai’nin yanına gelir. “Sezai o şiirini rica edebilir miyim?” diyerek şiirin kopyasını ister. Şiiri aldıktan sonra Karakoç’tan habersiz bir şekilde okulun öğrenci ve öğretmenleri tarafından çıkartılan “Mülkiye” dergisine verir. Böylelikle şiir 1952 Haziran’ında M. Sezai Karakoç imzasıyla “Mona Rosa” edebiyat dünyasında ilk kez duyulur. Gençler tarafından teksirle elden ele yayılan şiir. Adeta anonim bir şekle dönüşür.
Yıllar sonra şiirlerini ara sıra Hisar dergisine gönderen Sezai Karakoç “Mona Rosa” şiirinin ilk bölümü olan “Aşk ve Çilekler” i de dergiye gönderir. Yayın kurulu şiiri çok beğenir fakat bazı kıta ve mısraları zayıf buldukları için şiirden çıkarmasını isterler. Ancak Sezai bu teklifi kabul etmez ve şiir ilk haliyle yayınlanır.
Aradan yıllar geçer. Hisar dergisinin yöneticisi Çınarlı ile bir arkadaşı bir araya gelir ve şiirin beğenilmeyen kısımlarının çıkartılırsa daha güzel olacağını konuşurlar. Ancak arkadaşı şiiri bozmanın mümkün olmadığını çünkü şiirin bir akrostiş olduğunu söyler. Çınarlı şaşırır önce, şiire tekrar tekrar bakar, evirir çevirir, her kıtaya bir harf verir, 30 yılın sonucunda şiirin akrostiş olduğunun farkına varır.
“MUAZZEZ AKKAYAM” ismiyle akrostiş edilen şiir 2000’li yıllarda internet ortamında paylaşılır. Olan olur. Şiir çok beğenilir. Dillerde, gönüllerde yer eder. Hikayeler, efsaneler anlatılır. Şiir, şairine haklı bir ün kazandırır.
Şiir, şiir olmaktan çıkıp efsaneleşir. Araştırmalar, röportajlar yapılır. Ancak Sezai Karakoç bu konuyla alakalı tek kelam etmez. Hatta onca şiiri, başka başka eserleri olmasına rağmen “Mona Rosa Şairi” olarak anılmaktan haz etmez.
AraştırmalarMuazzez Akkaya üzerinde olur bu sefer. Uzun yıllar İngiltere yaşayan avukatlık yapan ve evli, 4 çocuklu bir kadın olan Muazzez Akkaya tam 70 yıl sonra üstelik Sezai Karakoç hakkın rahmetine kavuştuktan sonra konuyla ilgili şu açıklamaları yapar.
"Üniversite 2. Sınıftaydık. Yazdığı şiirleri bana vermek için çok uğraşıyordu, ben mecburen tekrar ısrar etmesin diye alıyordum. Bana yazılan şiirleri ne yazık ki kaybettim, keşke saklasaydım.
Ama dediğim gibi o zamanlar okuldan biriyle arkadaş olmayı hiç düşünmedim. Okul sonrası seçtiğim eşim, o da Mülkiye mezunu olan rahmetli Orhan Giray`la çok mutlu bir hayatım oldu. 4 güzel evlat yetiştirdik’’
"Ancak üzüldüğüm bir şey var, Sezai Karakoç’u vefatından bir ay kadar önce Fenerbahçe sahillinden gördüm. Karşıdan yürüyordu ve o kadar dikkatli bana bakıyordu ki… Ama beyaz saçları, sakalları olunca tanıyamadım. Bir süre sonra gazetede vefat ilanını görünce onun Sezai Karakoç olduğunu anladım. Eğer o olduğunu bilseydim, bir kafede oturup beraber bir kahve içmek isterdim’’
Mona Roza, siyah güller, ak güller
Geyvenin gülleri ve beyaz yatak
Kanadı kırık kuş merhamet ister
Ah, senin yüzünden kana batacak
Mona Roza siyah güller, ak güller
Ulur aya karşı kirli çakallar
Ürkek ürkek bakar tavşanlar dağa
Mona Roza, bugün bende bir hal var
Yağmur iğri iğri düşer toprağa
Ulur aya karşı kirli çakallar
Açma pencereni perdeleri çek
Mona Roza seni görmemeliyim
Bir bakışın ölmem için yetecek
Anla Mona Roza, ben bir deliyim
Açma pencereni perdeleri çek…
Zeytin ağaçları söğüt gölgesi
Bende çıkar güneş aydınlığa
Bir nişan yüzüğü, bir kapı sesi
Seni hatırlatıyor her zaman bana
Zeytin ağaçları, söğüt gölgesi
Zambaklar en ıssız yerlerde açar
Ve vardır her vahşi çiçekte gurur
Bir mumun ardında bekleyen rüzgar
Işıksız ruhumu sallar da durur
Zambaklar en ıssız yerlerde açar
Ellerin, ellerin ve parmakların
Bir nar çiçeğini eziyor gibi
Ellerinden belli oluyor bir kadın
Denizin dibinde geziyor gibi
Ellerin, ellerin ve parmakların
Zaman ne de çabuk geçiyor Mona
Saat onikidir söndü lambalar
Uyu da turnalar girsin rüyana
Bakma tuhaf tuhaf göğe bu kadar
Zaman ne de çabuk geçiyor Mona
Akşamları gelir incir kuşları
Konar bahçenin incirlerine
Kiminin rengi ak, kimisi sarı
Ahh! beni vursalar bir kuş yerine
Akşamları gelir incir kuşları
Ki ben Mona Roza bulurum seni
İncir kuşlarının bakışlarında
Hayatla doldurur bu boş yelkeni
O masum bakışlar su kenarında
Ki ben Mona Roza bulurum seni
Kırgın kırgın bakma yüzüme Roza
Henüz dinlemedin benden türküler
Benim aşkım uymaz öyle her saza
En güzel şarkıyı bir kurşun söyler
Kırgın kırgın bakma yüzüme Roza
Artık inan bana muhacir kızı
Dinle ve kabul et itirafımı
Bir soğuk, bir garip, bir mavi sızı
Alev alev sardı her tarafımı
Artık inan bana muhacir kızı
Yağmurlardan sonra büyürmüş başak
Meyvalar sabırla olgunlaşırmış
Bir gün gözlerimin ta içine bak
Anlarsın ölüler niçin yaşarmış
Yağmurlardan sonra büyürmüş başak
Altın bilezikler o kokulu ten
Cevap versin bu kanlı kuş tüyüne
Bir tüy ki can verir bir gülümsesen
Bir tüy ki kapalı gece ve güne
Altın bilezikler o kokulu ten
Mona Roza siyah güller, ak güller
Geyve’nin gülleri ve beyaz yatak
Kanadı kırık kuş merhamet ister
Aaahhh! senin yüzünden kana batacak!
Mona Roza siyah güller, ak güller.
SEZAİ KARAKOÇ:
1933’te Diyarbakır’ın Ergani ilçesinde doğdu. Parasız yatılı okuduğu Gaziantep Lisesi’ni 1950’de bitirdi. 1955’te Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Maliye ve İktisat Bölümü’nden mezun oldu. 1956-1965 arasında Maliye müfettiş yardımcılığı ve gelirler kontrolörlüğü görevlerinde çalıştı. Temmuz 1965’te memurluktan ayrıldı.
Gazetecilik ve yayıncılık işlerine girişti. “Diriliş” dergisini aylık, haftalık bazen haftada iki kez yayınladı. 1971’den sonra kısa bir süre için Gelirler Genel Müdürlüğü’nde gelirler kontrolörlüğü yaptı. 1974 sonrası yeniden devlet memurluğu görevinden ayrılarak gazetecilik ve yayıncılığa başladı. Yeni İstiklal, Yeni İstanbul, Babıali’de Sabah, Milli Gazete’de yazılar yazdı.
SEZAİ KARAKOÇ’UN EDEBÎ KİŞİLİĞİ
İlk şiiri 1951’de “Hisar” dergisinde çıktı.
Üniversite yıllarında 1955’te “Şiir Sanatı” dergisini çıkardı.
Mülkiye, Yenilik, 20. Asır, İstanbul, Şiir Sanatı dergilerindeki şiirleriyle tanındı.
Başlangıçta Pazar Postası’nda İkinci Yeni akımı doğrultusunda şiirler yazdı. Daha sonraki yıllarda tümüyle kendi şiirine yöneldi.
Yeni biçim araştırmalarına, değişik imgelerle kendine özgü, mistik ve İslamî içeriğe yer veren eserleriyle kuşağının en iyi şairleri arasına girdi.
Gazete yazılarında ise İslam toplumlarının çağdaş dünyadaki konumlarını ele aldı.
Eski Türk uygarlıklarına ilişkin değerlerle, çağdaş bir kişilik oluşturma düşüncelerini işledi.
SEZAİ KARAKOÇ’UN ESERLERİ
ŞİİR:
Körfez (1959)
Şahdamar (1962)
Hızırla Kırk Saat (1967)
Sesler (1968)
Taha’nın Kitabı (1968)
Kıyamet Aşısı (1968)
Gül Muştusu (1969)
Zamana Adanmış Sözler (1970)
Şiirler (1975)
Ayinler (1977)
Leyla ile Mecnun (1981)Ateş Dansı (1987)
Alınyazısı Saati (1989)
DENEME-İNCELEME:
Yunus Emre (1965)
Yazılar (1967)
İslamın Dirilişi (1967)
İslam Toplumunun Ekonomik Strüktürü (1967)
Mehmet Akif (1968)
Mağara ve Işık (1969)
Edebiyat Yazıları 1 (1982)
Edebiyat Yazıları 2 (1986)
ÖDÜLLERİ
1968 Milli Türk Talebe Birliği Milli Hizmet Madalyası
1970 Sürgündeki Macar Yazarları Gümüş Madalya Ödülü
1982 Türkiye Yazarlar Birliği Hikâye Ödülü
1988 Türkiye Yazarlar Birliği Üstün Hizmet Ödülü
1991 Dünya Sanat ve Kültür Akademisi Ödülü