ALDIRMA GÖNÜL ALDIRMA
SABAHATTİN ALİ
Yıl 1932… Konya´da bir ortaokulda kısa boylu, gözlüklü bir genç Almanca öğretmeni olarak çalışmaya başlar.Üstelik öğretmenliğinin dışında şiirleri ve yazılarıyla daha o yaşlarda ses getiren bir yazar olmuştur.Henüz 25 yaşındayken Konya` da Yeni Anadolu gazetesinde başyazarlık da yapan bu genç Sabahattin Ali`dir.Kısa zamanda özellikle “ Kuyucaklı Yusuf “ romanının tefrikalarıyla hatırı sayılır bir üne kavuşur.Gazete sahipleri durumdan hayli memnundur. Gazete satışları patlamış , satışlar sahiplerine hatırı sayılır bir kazanç sağlamıştır . Ancak gazete satışları artmasına, roman ilgiyle okunmasına, yazarın tanınırlığı artmasına rağmen Sabahattin Ali`ye hiçbir surette telif ödenmez.Hakkı yendiği için buna itiraz eder Sabahattin ,çok üsteler , yalvarır ,yakarır lakin sonuç alamaz. Gazete sahipleri tarafından sürekli oyalanır.
Sabahattin Ali , çareyi – çok istemesede - roman tefrikasını sonlandırmakta bulur.
"Sen misin bunu yapan "
Haliyle Ali ile gazete sahiplerinin arası açılır. Gazete sahipleri fırsat bu fırsat diyerek Sabahattin Ali’nin yedi ay önce yayımlanması için kendilerine verdiği bu şiiri gün yüzüne çıkarır.
Hey anavatandan ayrılmayanlar
Bulanık dereler durulmuş mudur ?
Dinmiş midir olukla akan o kanlar?
Büyük hedeflere varılmış mıdır?
Asarlar mı hala Hakk’a tapanı?
Mebus yaparlar mı her şaklabanı ?
Köylünün elinde var mı sabanı ?
Sıska öküzler dirilmiş midir ?
Cümlesi beli der enelhak dese
Hala taparlar mı koca terese?
İsmet girmedi mi hala kodese?
Kel Ali’nin boynu vurulmuş mudur
İşte bu şiir üzerinden “ Gazi’ye hakaret ettiği gerekçesiyle Ali’yi ihbar ederler. Yine o dönemlerde Konya’da bir arkadaş toplantısında aynı şiirin üstelik birkaç kez okunduğu iddia edilir. Ali , şiirinde dönemin devlet adamlarına hakaret ettiği iddiası ile karşı karşıya kalır.Sabahattin Ali ne olup bittiğini bile anlayamadan süratle mahkemeye çıkarılarak tutuklanır, 12 ay hapse mahkum edilir.
Yargıtay cezasını yeterli bulmaz ve 2 ay daha ekler. Ceza 14 aya çıkarılınca Ali, bu ceza nedeniyle hem çok sevdiği öğretmenlikten hem de devlet memurluğundan uzaklaştırılır. Sabahattin Ali, Konya Cezaevine gönderilir. Bir sene yani tam 365 gün hapishanede yaşamak, tanıdıklarının yardımıyla karnını doyurmak ve çıktıktan sonra ne olacağını bilememek acı verir Ali’ye. Üstelik geride bıraktığı annesi ile kız kardeşinin akıbeti de hayli can sıkıcıdır. Cezası Yargıtay tarafından onandıktan sonra, hapislik gitgide ona dokunmaya ve gelecek kaygısı içini kemirmeye başlar. Büyük bir kumpasın içinde olduğunu ve haksızlığa uğradığını düşünür. Boş durmaz. Atatürk’e altına15 kuruşluk eski harfler zamanında basılmış bir pul yapıştırarak bir mektup yazıp gönderir.
Mektupta basitçe “ Ben böyle bir şey yapmadım” diyerek Atatürk’ten affını ister.
“Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal Hazretlerine,
Zat – ı alinizi imaen ve telmihen tahkiri muta zammın ( ima ve kastederek hakaret eden ) bir şiiri yazmış ve okumuş olmak cürmü ile bir sene hapse mahkum edildim. Mahkeme zabıtlarının sathi bir tetkiki bile bu kararın nasıl bir zihniyetin tesiri altında verildiğini ispat edebilir. Fakat Temyiz Mahkemesi tarafından tasdik edilmiş olması, hükmün isabetsizliğine dair daha çok söz söylemekten beni alıkoymaktadır. Beni en çok üzen yediğim ceza değil, sizin büyük isminizin şahsi intikam vasıtası olarak kullanılabilmesi ve buna müsahama edilmesi keyfiyetidir. Ön fikirli hükümlerden, sakat düşüncelerden ve lüzumsuz korkulardan uzak bir heyete her zaman kabahatsizliğimi ispat edebilirim. Fakat bütün bunlara lüzum kalmadan işi sizin yüksek kararınıza bırakmayı tercih ettim: ‘Ben böyle bir şey yapmadım’ diyor ve buna inanmanızırica ediyorum Benim şimdiye kadar yalan söylediğim görülmemiştir. Ne karakterde bir adam olduğum da Maarif Vekaletinden sorulabilir.
Herhalde bana inanacağınızı ümit ediyorum. Şimdilik kendi sözlerim ve teminatımdan başka müeyyidesi ( yaptırımı) olmayan bu iddiam inanılacak kuvvette görülmediği takdirde yine size müracaat ediyor ve affını rica ediyorum. Eninde sonunda hakkımı ispat edeceğimi bilmesem böyle bir ricada bulunmazdım. Beni
14 Nisan 1933
Mektup ulaşır mı bilinmez ama Ali`nin içinde bulunduğu durum değişmez . Affedilmeyi beklerken daha kötüsü olur. “Sinop Kalesi “ diye nam salmış Sinop cezaevine gönderilmesine karar verilir Ali`nin.Bir deniz kenarında yapayalnız duran bir hapishane gözlerinde canlanır ve içinde bir tek bile tanıdığı olmayan o yalı şehrini düşünmeye başlar. Kötünün de kötüsü varmış bu hayatta diye iç çeker. Tam olarak bir gurbet hapishanesidir Sinop Cezaevi .Zorlukları, azapları anlatmakla tükenmeyecek bir yolculuktan sonra Sinop`a getirilir.
Evliya Çelebi`nin “ Büyük ve korkunç bir kaledir. 300 demir kapısı, dev gibi gardiyanları, kolları demir parmaklıklara bağlı ve her birinin bıyığından 10 adım asılır nice azılı mahkumları vardır. Burçlarında gardiyanlar ejderha gibi dolaşır. Tanrı korusun, oradan mahkum kaçırtmak değil , kuş bile uçurtmazlar.” Dediği dillere destan tarihi cezaevinde kalmaya başlar.Bir çok tanınmış ismin de bu cezaevinde yatmasıyla akıllara kazınan Sinop cezaevinde özgürlüğe hasret, Karadeniz`in hırçın dalgaları arasında günlerini geçirirken belki de onu ayakta tutan yine okuma ve tabii ki yazma isteği olur. Çünkü üç tarafı denizle çevrili bu cezaevinde nemden oluşan küf kokusunun eşliğinde yaşamak hele aklınıza mukayyet olmak mümkün değildir .Çok zorlanır önceleri. Denize sıfır ,surlarla çevrili bu cezaevinde müebbetler ve idam mahkumlarıyla aynı havayı soluyacaktır artık. Çoğu cezası kesinleşen ve idamı bekleyen mahkumlardır bunlar . Ama onlarda bile yaşamaya dair umut ışığı görür Ali.Yeniden dava açıp temyize giden ve hiçbir umudu olmamasına rağmen cezası kesinleşmiş idamlıkların karar açıklanıncaya kadarki yaşama istekleri, hayata bağlılıkları Ali`ye de umut verir.
Sabahattin Ali , Sinop cezaevinde bir yandan okur, bir yandan şiirler, hikayeler yazar, Esirler adlı oyununu tamamlar ve Jack London`un Demir Ökçesi`ni çevirirken bir yandan da koğuş arkadaşlarına el sanatlarını geliştirmelerine yardım eder. Dışarıdan modeller getirerek hükümlülerin cevizden yaptıkları tavla, sigaralık , tepsi , kotra gibi eşyalarının güzelleşmesine katkıda bulunur.Bu uğraşlar onu biraz oyalar,acısını biraz da olsa hafifletir. Sabahattin Ali yaşama isteğini köreltmez. Hapisliğin geçici bir dönem olduğunu hatırlatır kendine sık sık. Yaşamaya verdiği bu değer dolayısıyla Sabahattin Ali, yakın zamanda çıkacağı söylenen AF Kanununu umutla bekler.
Geleceğe yönelik planlar yapar. Çünkü genel af olursa cezasının biteceğinden,tekrar memuriyete geri döneceğinden, en güzeli de ailesine kavuşacağından emindir. Çıkar çıkmaz Ankara`ya gitmek niyetindedir . Ondan sonra daİstanbul a ailesinin uyanına. Ama…
Durmadan yazar , yazarken kullandığı renk olan yeşil mürekkep biter.Yerine mor mürekkep verirler.Canından bezer, kaderine boyun eğmek yerine isyan eder zaman zaman . Hatta canına kıymak ya da firar etmek gibi sıra dışı fikirlerde gelir aklına. Ama tüm bunlardan öte bir seçenek daha vardır ali için:Aldırmamak. Her ne olursa olsun aldırmamak. . . Çünkü gökyüzü hala mavi, güneş ılık, rüzgar yumuşak , kuşlar kanatlı Ali de her şeye rağmen çok sevdiği hayata tutkuyla bağlıdır. Kalın duvarlara vuran dalgaların sesi, kaldığı taş odada çınlarken Ali, Sinop cezaevinin avlularına yazığı "Aldırma Gönül" şiiriyle inletir.
ALDIRMA GÖNÜL
Başın öne eğilmesin
Aldırma gönül aldırma
Ağladığın duyulmasın
Aldırma gönül aldırma
Dışarda deli dalgalar
Gelip duvarları yalar
Seni bu sesler oyalar
Aldırma gönül aldırma
Görmek istersen denizi
Yukarıya çevir yüzü
Deniz gibidir gökyüzü
Aldırma gönül aldırma
Kurşun ata ata biter
Yollar gide gide biter
Mahpus yata yata biter
Aldırma gönül aldırma
Dertlerin kalkınca şaha
Bir sitem yolla Allah`a
Görecek günler var daha
Aldırma gönül aldırma
Sabahattin Ali (d. Bulgaristan, Eğridere, 25 Şubat 1907 – ö. 2 Nisan 1948, Kırklareli)
SABAHATTİN ALİ'NİN HAYATI
AİLESİ VE ÇOCUKLUĞU:
25 Şubat 1907’de Gümülcine sancağına bağlı olan Eğridere’de dünyaya gelen Sabahattin Ali, asker kökenli bir ailenin çocuğudur. Babası piyade yüzbaşısı Salahattin Bey, annesi ise yine bir asker çocuğu olan Hüsniye Hanım’dır.
Çocukluğunun genelinde annesinin rahatsızlığı ile sıkıntılı günler geçiren Sabahattin Ali, babasının işlerinin bozulması ve ailenin ekonomik durumu nedeniyle de erken yaşlarda hayat mücadelesinin içinde yer alır. Histeri olan annesinin tüm olumsuzluklarına, kendisi ve iki kardeşi için göğüs gerdiğini düşündüğü babasının, onun gözünde çok ayrı bir yeri vardır. Nitekim babasının ardından, “Hayatımın direği yıkıldı sandım!” diyecektir. Sabahattin Ali’nin, eserlerindeki gerçekçiliğin temellerini atan Salahattin Bey’in gözündeki değerini onun için yazdığı Babam İçin adlı şiirde bulmak da mümkündür.
EĞİTİMİ
Eğitimine İstanbul Üsküdar Doğancılardaki Füyûzat-ı Osmaniye Mektebi’nde başlayan Sabahattin Ali, ailesinin Çanakkale’ye gitmesi ile Çanakkale İbtidaîMektebi’ne girer. Okul savaş nedeniyle öğretmensiz kalınca kapansa da, babası ve diğer subayların yardımı ile tekrar açılır ve Türkçe derslerini Salâhattin Bey verir. Aile 1918’de Salahattin Bey’in askerlikten istifası üzerine İzmir’e yerleşir. İzmir’in Yunan işgaline uğraması sonucu Edremit’e, annesinin ailesinin yanına gitmek zorunda kalırlar. Bu süreçte Sabahattin Ali Edremit İdadisi’ne devam eder. Bu yıllarda okumaya düşkün, başarılı, zeki bir çocuktur. 1921 senesinde eğitimine devam etmek için İstanbul’a, dayısının yanına gelir; ancak bir yere giremeyince bir yıl sonra Balıkesir Dârülmuallimîn’e girer. Sabahattin Ali aslında baba mesleğine devam etmek, orduya katılmak istemişse de, o yıl askerî okula öğrenci alınmayınca bu isteğini hayata geçiremez.
SANATI VE ESERLERİ
Yazacaksan Doğru Dürüst Yaz! "Sabahattin Ali’nin hikâyeciliğinde önplanda olan gerçekçilikte, babasının etkisi şüphesiz önemlidir. İlk yazdığı kompozisyonda babası ile çıktıkları avı anlatır. Ancak bu anlatımda, “Sabah güneşin ilk ışıkları penceremize vururken…" şeklindeki başlangıç, babasının tepkisine neden olur: "Ulan, der, biz ava çıktığımız zaman daha güneş doğmamıştı. Sen nasıl olur da, güneşin ışınlarından söz edersin! Bu bir aldatmacadır. Yalancısın sen! Kimi aldatıyorsun! Yazacaksan doğru dürüst yaz. Yalan dolan istemez!" Bu aldığı ilk derstir ve özellikle Anadolu’ya yöneldikten sonra yerini bulur. Kendi ile sürekli bir hesaplaşma halindeki Sabahattin Ali, kendini aldatma çabasını dahi yazılarında itiraf eder. Kendini ortaya koymaktan çekinmezken de kahramanlar genellikle kendisidir. “Benim kanaatimce sanat, insana insanı ve hayatı ve bunların manasını öğretmekle muvazzaftır.” sözleri onun sanat anlayışını özetler mahiyettedir.
Kaleme aldığı eserlerine bakıldığında; ilk yazdıklarında aşk teması öne çıkarken, sonraları toplumsal sorunlara yönelik olarak köy ve köylüler, doktorlar ve hastaneler, cezaevi ve tutuklular ile aydınlar ve yöneticiler eserlerinde sıklıkla işlenmeye başlanır. Konuşma diline yakın, yalın bir dil kullanmasında, halka yakın olma ve onun anlayamayacağı kelimeleri kullanmama etkilidir. Öykülerini bir olaya dayandıran ve olayı da bir durum gibi algılayan Sabahattin Ali’nin olayları toplumsal ağırlıklıdır.
SABAHATTİN ALİ’NİN ESERLERİ
Şiir:
· Dağlar ve Rüzgâr (1934 – Yeni Eklerle 1943).
· Kurbağanın Serenadı ve Öteki Şiirler’le birlikte (1937)
Bestelenen Şiirleri:
· Hapishane Şarkısı V (Aldırma Gönül – Kerem Güney, Edip Akbayram)
· Leylim Ley (Zülfü Livaneli)
· Hapishane Şarkısı I (Göklerde Kartal Gibiydim – Edip Akbayram)
· Hapishane Şarkısı III (Geçmiyor Günler – Ahmet Kaya)
· Çocuklar Gibi (Sezen Aksu)
· Kız Kaçıran ( Ahmet Kaya)
· Kara Yazı (Ahmet Kaya)
· Melankoli (Nükhet Duru)
· Eskisi Gibi (Ben Yine Sana Vurgunum – Nükhet Duru)
· Dağlar (Dağlardır Dağlar – Sezen Aksu)
Öykü:
· Değirmen (1935)
· Kağnı (1936)
· Ses (1937)
· Kağnı – Ses (1943 – İki Kitap Birlikte)
· Yeni Dünya (1943)
· Sırça Köşk (1947).
Roman:
· Kuyucaklı Yusuf (1937)
· İçimizdeki Şeytan (1940)
· Kürk Mantolu Madonna (1943).